Yazılarımıza iki haftadır konu ettiğimiz üzere, bir ailenin veya ailelerin kontrolünde olan şirketlere, geçmişi ya da boyutu ne olursa olsun, aile şirketi diyoruz. Artık aile şirketi denilmeyen, çok hissedarlı ya da tamamıyla halka açılmış, borsada işlem gören, kurumsallaşmış şirketlerin büyük bölümünün de bir zamanlar aile şirketi olduklarını varsayabiliriz. Geriye ne kalıyor? Kuruluşundan itibaren çok hissedarlı kurulmuş ya da devlet şirketi niteliğinde olan şirketler var ki, onların oranının küresel ekonomi dikkate alındığında çok az olduklarını kabul etmek zorundayız. Bu yaklaşımla dünyadaki bütün şirketlerin yüzde 90’ına yakınının aile şirketi oldukları rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ekonomide bu derece ağırlığı olan aile şirketleri ne oluyor da zamana direnemiyorlar? Ya da aynı soruyu tersten sorduğumuzda, yıllara meydan okuyan şirketlerin başarı sırrı nedir? Bu yazımızda biraz olsun bu konuya değinmeye ve bu sırları örneklerle açıklamaya gayret edeceğiz.

Aile şirketlerinde birinci kuşak, genellikle esnaf ya da girişimciler olup, esnaflığı aşmış mikro işletme düzeyinde olanlara da rastlanabiliyor. Bunlar yıllar içinde küçük ve orta boy işletme (KOBİ) olmayı da başarıyor, ama kurucularının ardından yetişenler, artık bayrağı devir alması gerekenler, çoğu zaman işi sürdürmeyi başaramıyor.

Uluslararası araştırmalarda da ortaya çıktığı gibi genellikle ikinci kuşakta zorluklar başlıyor ve bu işletmelerin büyük bölümü üçüncü kuşakta yok olup gidiyor. Yazılanları tekrarlamaktan ziyade, gerçek öykülerde, başarının nasıl sürdürülebileceğini ortaya koymak daha doğru olacaktır.

Kültürümüzde yaygın olan “babam sağ olsun” söyleminden Sadi Özdemir**’in vurguladığı gibi  “oğlum sağ olsun” söylemine geçişin yöntemlerine bakalım.

Yurtiçinde ve yurtdışında bir çok aile şirketiyle tanışma ve çalışma imkanım olduğu için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; Türk aile şirketleri duygusallığın ağır bastığı şirketlerdir. İster baba ve çocuk(lar), ister kardeşler, isterseniz de eşler arası ortaklıkların sürdüğü şirketler olsun, bazen daha ilk görüşmede aralarındaki çekişmeyi saklayamadıklarına şahit olursunuz.

Aile şirketlerinde genellikle aile büyüğü işin kurucusu olur ve işinin başında olur; ilk zamanlar ailenin fertleri çok çalışırlar, hızlı karar alırlar ve aslında belli bir ölçeğe kadar da en doğru şekilde şirketlerini yönetirler. Belirli bir büyüklük aşıldığında ve genellikle ikici kuşak devreye girdiğinde, çoğu aile şirketlerinde yönetim, organizasyon, insan kaynakları, üretim, kalite, maliyet muhasebesi, dış ilişkiler gibi konularda sorunlar ortaya çıkmaya başlar.

Bu aşamada, ailede dolayısıyla da şirkette çok özel bir durum daha ortaya çıkar, o da ‘kuzenlerin, gelin ve damatların” yavaş yavaş büyüyüp, eğitimli (ya da eğitimsiz) şirkette görev bekledikleri bir döneme gelinir. Bu, süreç iyi yönetilemezse, şirketin yönetiminde çatlakların, çatışmaların da artması anlamına gelir.

Profesyonel destekler alarak yönetim sorununu kalıcı olarak çözülebildiği şirketler, başarılı ve kurumsal aile şirketleri olarak yollarına devam ederler. Büyürler, güçlenirler ve hatta küreselleşirler. Bunu başaramayanlar ise ikinci ya da üçüncü kuşakta sancılı miras paylaşımına konu olurlar; iyimser beklentiyle satılırlar ya da çoğunlukla parçalanırlar.

Dünyada ve Türkiye’de devleşmiş çok sayıda küresel şirket aslında aile şirketidir. Türkiye’ de Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Kale, Konukoğlu gibi sanayi devlerinin hepsi kurumsallaşmış ikinci hatta üçüncü kuşak aile şirketleridir. Dünyada da Wall Mart (Walton Ailesi), Ford, Hilton, Nike (Knight Ailesi), L’Oreal (Schueller Ailesi), Schweppes (Schweppe Ailesi), Novartis (Sandoz Ailesi), Samsung (Lee Ailesi), Foxconn (Gou Ailesi), Tata  başarılı ve süreklilik içindeki şirketlerden sadece bir kaçıdır.

Varol ÜNEL
vunel@inovakademi.com

*A.Ş.K. : Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma
**Sadi Özdemir, Aile Şirketlerini Büyüten Nesiller : Oğlum Sağolsun, ITO Yayınları, 2010-49